(…)
9 Ağustos 1957’de kurulmuş olan Genç Oyuncular Topluluğu, Festival’de belli bir tiyatro yazarınca kaleme alınmadığı gibi, yine belli bir rejisörün doğrudan doğruya yönetiminde de hazırlanmamış olan Tavtaki Kütüpati oyunuyla karşımıza çıktı. Tavtaki Kütüpati’nin konusu ile Sartre’in “Gizli Oturum”u arasında birçok benzeyişler görülüyordu. Buna karşılık Genç Oyuncular insanı hiç sıkmayan mis en scéné buluşları, temiz diction’ları, sahne tekniği bilgileriyle, amatör tiyatrolar içindeki üstün yerlerini ispat ettiler. Genco Erkal, Atilla Alp Öge, Arif Erkin, zaman zaman temsilin tümü içinde erimeksizin, “solo” olarak kalan oynayışlarına rağmen başarılıydılar.
1957’nin Ocak ayında Ankara’da kurulan “Sahne Z”, Festivale Ionesco’nun, Kel Şarkıcı’ sı ile katıldı. Rejisör Güner Sümer, “steylisé” dekorlar içinde tabiilikten çok biçimciliğe dayanan, mis en scéné‘lerle Ionesco’yu çok soyut planda anladığını gösterdi. Böyle soyut bir değerlendiriş çağımızın meselelerini öznel bir derinlikten kavrayan Beckett’in eserleri için uygun olabilirdi. Fakat Beckett’in tersine, oyunlarında insanları oldukları yandan çok, olmadıkları yandan ele alarak vuran Ionesco için böyle bir anlayış bir parça işin kolayına gitmek oluyordu. Buna karşılık, kendi çıkış noktasına göre Güner Sümer’in rejisi iyiydi. Güneşi Akol, Metin Özdemir ve Güner Sümer rollerinde başarılıydılar. Ülkü Tamer ile Genco Erkal’ın Türkçesi hiç aksamayan çevirilerine de ayrıca işaret etmek gerek.
Robert Kolej Tiyatrosu, geçen yılki festivalde vermiş olduğu umutları, yazık ki, bu yıl haklı çıkaramadı. Ionescu’nun “Vazife Uğruna” sı tiyatro sanatının uyulması gereken en belli başlı temelleri çiğnenerek oynandı. Hatalı mis en scéné’leri, bozuk diction’ları burada bir saymak imkânsız. Buna karşılık Krapp’ın “Son Tape’i”nde , Krapp’i oynayan Berent Enç, sesini değiştireyim derken, diction’unu bozmak gibi ufak bir hatasıyla birlikte keyifli bir oyun çıkardı. Oyunun temposu biraz daha hızlı olabilirdi: Krapp’in yaşantıları canlandırılırken biraz uzayan giriş çıkışlarda, seyircinin dikkati dağılmak tehlikesiyle karşılaştı. Fakat gere Berent Enç ve gerek rejisör Sevil Akdoğan, Beckett’i çok iyi kavramışlardı. Beckett iyi anlaşıldıktan sonra, çok sade bir oynanışla sahnede canlandırılabiliyor: Sevil Akdoğan işte bu noktayı öğrenmişe benziyordu.
İ. Ü. T. B. Gençlik Tiyatrosu, Teknik Üniversite Tiyatrosu ve Ankara Üniversitesi Tiyatrosunun büyük eksiklerini, bu festival toplu olarak görmemize yol açtı. Bu tiyatrolarda çok kabiliyetli oyuncuların, tiyatroyu gerçekten seven kimselerin bulunmasına rağmen, başlarında iyi bir yetiştiricinin yokluğu ve çoğunun ciddi bir tiyatro tahsilinden geçmemiş olmaları yüzünden ortaya amatörün amatörü temsiller çıkıyor. Böylece kabiliyetli elemanlar kabiliyetsizlerin yanında harcanıyor. İşler bu duruma gelince özürler ileri sürülüyor: “Genel Prova yapamadık, hazırlanmamız için vakit kalmadı” deniliyor. Bunlar kendini bilir bir tiyatrocunun söyleyeceği sözler değil. Şurası besbelli ki özür değil, iş kabul edilir.
III. Beynelmilel Üniversitelerarası Tiyatro Festivali, bütün olarak, umut ve kıvanç vericidir: Bu festivallerin devamlı olarak yapılması hem seyirci için, hem de oyuncu için yararlıdır. Aynı ilginin gelecek yıllarda da gösterilmesi Türkiye’de amatör tiyatroları geniş ölçüde destekleyecektir. Çünkü bu ilgi doğrudan doğruya amatör tiyatrolara gösterilen bir ilgi olarak, yorumlanabilir. Belki amatör tiyatroların sayısının çoğalmasıyla birlikte, genel temsil düzeyinin daha da düşeceği, asıl ihtiyacın çok sayıda tiyatroya değil, niteliği bulunan tiyatroya olduğu söylenebilir. Fakat bu gerçeğin anlaşılması da amatör tiyatroların sayısının çoğalması sayesinde olmadı mı? Avrupa’da da her ülkenin böyle bir, tiyatronun ayağa düşmesi safhasından geçerek bugünkü duruma vardığını bilmek, bizi kötümser olmaktan kurtarabileceği gibi, tiyatronun bu şartlarının katlanılması gereken bir kötülük olarak görmemizi kolaylaştırabilir. Amatör tiyatroculuğun gelişmesi, tiyatroların sayısını sınırlamakla değil, üniversitenin bu konuya gereken değeri vermesi ve buna paralel olarak tiyatroyu oyunun metninden ibaret gören anlayışın yıkılmasıyla birlikte gerçekleşecektir.
Not: Bu yazı 1 Aralık 1958 tarihli KÖPRÜ Sanat Gazetesi’nin 5. sayısından olduğu gibi alınmıştır. Katkısı için Efdal Sevinçli’ye teşekkürler.(Gölge Tiyatro, Ekim 1997, Sayı 10)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder