3 Ekim 2007 Çarşamba

MEKANLARIN TÜKETİMİ, Yrd. Doç. Dr. Sedef Altun

"Tüketim bastırılamaz, çünkü bir yokluk üzerine kuruludur."
Jean Baudrillard










Mısır piramitleri
İskenderiye feneri
Babilin asma bahçeleri
Efes'teki artemis tapınağı
Olimpos'taki zeus heykeli
Kral mausoleus'un mozolesi
Rodos heykeli

Zengel, tüketim kavramının belirli sektörlerde daha yoğun olarak vurgulanmasının kentlerin ekonomik, kültürel ve sosyal dengelerini değiştirmeye başladığını belirtmektedir. Her şeyin tüketim toplumuna göre belirlendiği bu küreselleşme sürecinde küresel firmalara odaklanan ve onların sürekli büyüyerek güçlerini arttırmasına endekslenen yeni düzenleme arayışları, makro ve mikro ölçekte kentsel mekanı yeniden şekillendirmeye başlamıştır. Toplum içinde oluşan sınıflaşma ve ayrışmalar mikro ölçekte farklı yapı tipolojilerinin oluşmasını, dolayısıyla mimarlık eyleminin de tüketim ideolojisine göre örgütlenmesini gerektirmiştir. Yırtıcı mimarlıktaki “izm”ler kalabalığını, tüketim ilişkilerinin bir yansıması olarak değerlendirmiştir. Dönemin mekansal boyutta ayırt edici özelliği ise; üst orta sınıfın yaşam tarzlarına aracılık eden ve asal fonksiyonları alışveriş merkezleri gibi tüketim olmayan, barınma, sağlık, eğitim, kültür, çalışma vb. mekanlarının birbiri içine işlevsel geçişlerle ya da üst üste gelmelerle, tüketime endeksli mekanlar olarak kurgulanmalarıdır. Lüks konut siteleri, sağlık ve spor tesisleri, eğlence ve oyun merkezleri, müzeler, kültür merkezleri, üniversite kampusları ve tatil köyleri ve büyük otel zincirleri, moda ile tetiklenen, sadece mal değil hizmet tüketimini de kapsayan yeni mekân kurgularıdır. Özellikle tatil amaçlı konaklama tesisleri, bu tüketim zincirinin önemli bir halkasını teşkil etmektedirler.















Chichen Itza piramidi (M.Ö. 800 öncesi) Yucatan Yarımadası, Meksika

1. Zaman-mekân Sıkışması
Yeni tüketim mekânları, zaman ve mekân kavramlarının bilinen yapısında ve anlamlarında devrimci bir dönüşün yaratmıştır. Dönüşümün anahtar kelimesi sıkışma ya da daha kapsamlı bir ifadeyle birbirine geçiştir. Birbirine geçme ifadesi, sınırların bulanıklaşmasını ya da yok olmasını, farklılıkların birbirine geçmesini anlatmaktadır. Harvey, zaman-mekan sıkışmasının beş etkisine işaret etmiştir: kısa ömürlülük, elden çıkarılabilirlik, geçicilik, gösterge ve imajlar, simulakrumlar. Bu etkilerden, zaman-mekan sıkışmasını mimarlık bağlamında en iyi örnekleyenler, bir kısım simulakrum üretimini de kapsayan gösterge ve imajlardır. Küresel sermayenin örgütlediği yeni tüketim mekânları, coğrafi sınırların yok olduğu dolayısıyla, aidiyet duygusu yerine bir yere ait olmama / her yere ait olma duygusu veren, bağlamından kopuk, kendi mekânını kurgulayan, kısaca küresel olan ortamlardır. Ancak, Süer ve Yılmaz Sayar’ın aktardığına göre Harvey; mekânsal engellerin çöküşünün mekânın öneminin azaldığı anlamına gelmediğini hatta paradoksal bir biçimde mekânsal olarak farklılaşmış niteliklere daha duyarlı hale gelindiğini ve yerel özelliklerin vurgu kazandığını belirtmektedir. Aslında, değer kazanan “yerel” özellikler, küresel ölçekte yaşanan kültürel krize uyum sağlamanın aracıdırlar. Artık yerel olan, bir pazarlama nesnesi/aracı olarak ön plana çıkmaktadır. Bu durumun en iyi örnek alanlarından biri, ulaşım teknolojilerinin gelişimi ile birlikte mekansal mesafelerin ve sınırların kaybolmasından en fazla yararlanan turizm sektörüdür. Yerel imajlar turistin tüketim nesnesidir. Yeni tüketim alanları, kendi kurguladıkları zamanı yaşatan mekânlardır. Zengel’e göre modern dünyada toplumsal pratiğin ayrı ve düzenli bir alanı olarak boş zaman örgütlenmesini tanımlayan turizm, tüketim kültürüyle birlikte farklı anlamlarla yüklenmiş mekânlar üretemeye başlamıştır. Turizm mekânlarında modern bireye ait bir kavram olan “boş zaman”, sunulan hizmetler aracılığıyla tüketilmektedir. Zaman-mekân sıkışması nosyonunun birbirine geçiş fikriyle birçok ortak yanı vardır. Mekân açısından birbirine geçiş fikri ile ifade edilmek istenen; mal ve/veya hizmet sunan, farklı fonksiyonların birbirlerine eklemlenerek tüketime endeksli yeni mekânsal kurguları oluşturmalarıdır. Zaman açısından vurgulanmak istenen ise, zamanın, sınırlarının yok edilerek birbirine geçirilmesidir. Zaman ve mekânın birbirine geçişinin en iyi gözlemlenebileceği mekânlardan biri olan Disney Dünyaları ile ilgili olarak Süer ve Yılmaz Sayar aşağıdaki açıklamaları yapmışlardır:

"Euro Disney Dünyası beş tema parktan –Main Street USA, Adventureland, Fantasyland, Frontierland, Discoveryland oluşmaktadır. Disney Dünyasında geçmiş ve gelecek, serüven ve fantezi, masal ve bilim kurgu arasında zaman ve mekanın sınırlarını zorlayan yolculuklar, sisteminin omurgasını oluşturan ve isminde de anavatanına gönderme yapılan, Ana Cadde ABD’de başlar ve biter. Simule edilmiş insanlar (minie, mickey, pamuk prenses ve yedi cüceler v.b.) ve simule edilmiş mekânlar (geçmiş yüzyıla ait tipik bir Amerikan kasabasının ana caddesi, geleceğe ait uzay gemileri, şatolar, v.b.) aracılığıyla eğlencenin yanı sıra her şeyi tüketmemizi sağlayan bir ortam sunulur. … Zaman- mekân açısından birbiri içine geçmiş bu dünyalar, tüketicileri kendine çeken ve onları tüketmeye sevk eden bir gösteriyi temsil ederler. Bu kadar fantazmagorik, bu kadar seyirlik olmalarına yardımcı olan bu yetenekleridir. Bu yetenek mal ve hizmet satma kapasitesini arttırır."

















Kurtarıcı İsa Heykeli (1931) Rio de Janeiro, Brezilya


Yeni orta sınıf' ın yaşam tarzlarını aktaran alışveriş merkezleri, uydu kentler, villa siteler, tatil amaçlı konaklama tesisleri gibi, farklı işlevsel sınıflamalar altında şekillenen modasal estetiğin ön plana çıktığı, zaman ve mekânın birbirine geçtiği bu mekânlar aslında, kendilerinin de görsel açıdan tüketildiği yerlerdir. Zengel’in aktardığına göre, zaman ve mekânın görsel tüketimi üzerine Zukin artık kentlerin bir gösteriye, “görsel tüketimin düşsel peyzajı”ına dönüştüğünü ifade etmektedir. Zukin’e göre bu düşsel peyzajlar tüketim için varolan simüle edilmiş yerlerdir. Bu tür yerler insanların içsel yaşamını, kamusal dünyadan ve etkilerinden bir duvar ile ayırmaktadır. Bu bağlamda deneyimlerin ve hazzın tüketilmesine ağırlık veren temalı parklar, eğlence ve rekreasyon merkezleri ve turistik merkezler gibi boş zaman tüketim biçimleri sadece seyirlik ve popüler mekanlar yaratarak, görsel tüketimin en gerçek ve dramatik düşsel peyzajlarını oluşturmaktadırlar. Urry’nin aktardığına göre ise Zukin, müteahhitlerin, aynı zamanda içlerinde tüketimin gerçekleştiği sahneler, dekorlar olan iktidarın yeni pazarlarını, görsel tüketimin düş peyzajlarını nasıl kurabildiklerinden söz etmektedir. Bu tür yapılmış peyzajlar, insanların doğdukları ya da taşındıkları yer üzerinde tarihsel olarak kurulmuş toplumsal kimlikleri açısından önemli sorunlar taşımaktadır. Buna karşın Euro-Disney’deki Main St. Ya da Gateshead’ın yakınlarındaki Metro Center’deki temalı Akdeniz köyü gibi postmodern peyzajlar, tümüyle yere ilişkindir. Ancak buraları, tüketilen yerlerdir. İnsanların doğdukları veya yaşadıkları ya da bir toplumsal kimlik duygusu sağlayan yerler değil, simüle edilmiş yerlerdir. O halde postmodernleşme, anlık zaman tarafından mekânın fethedilmesidir.














Roma Coliseum’u (M.S. 70 - 82) Roma, İtalya

2. Yer Kavramı
İnceoğlu ve İnceoğlu’nun aktardığına göre Dovey, bir “yer tasarlanabilir mi? yer yapmak, tasarlamak diye bir eylem olabilir mi?” sorusunu sormakta ve yer duygusu şu özelliklerden kaynaklanır: “içinde anılarımızın ve çabalarımızın barındığı ilgi alanı, gözlenen rutin eylemler, kamusal ritüeller, özel fırsatlar sonucu ortaya çıkan eylemler, büyük kutlamalar, ünik, törensel ve coğrafyaya ilişkin olaylar, ilginç ve dikkate değer arazi formu, özel işlevli binalar, düzenlemeler, simgeler, işaretler, anıtlar, oriyantasyona yardım eden doğal olaylar” yanıtını vermektedir. Lynch de “içinde her türlü insan eylemini barındıran yer duygusu birikimlidir, anılarda birikir” demektedir. Yürekli ve Yürekli’ye göre: “Mimarlığın asıl bileşeni “tam bulunduğu yer”dir. Mimarlık ürünü bulunduğu yerin karakterini –yani onu başka yerlerden ayıran özelliklerini– “genius loci”yi ortaya çıkarmak, görünür, kavranır hale getirmek ve geliştirmek durumundadır. Klasik olarak “mimarlık bulunduğu yer ve zamanı yansıtmalıdır” şeklinde özetlenen “otantiklik” anlayışına da değinmek gerekmektedir. Bulunduğu yer ve zaman kavramları yeni yorumlara muhtaçtır. Bulunduğu yer demek ülkenin gelenekleri demek değil, o yerin her ölçekte “ayırıcı görsel karakteri” (genius loci) demektir. Bulunduğu zaman ise yaşanmakta olan günün olanak ve kısıtlamaları demek değil, bulunduğu çağın ilerisi için öngörmeye başladıkları demektir.” Urry ise Lynch’in sorduğu, “Bu yerin zamanı ne?” veya daha çok “Bu çevrenin zamanı ne?” gibi soruları tekrarlamaktadır. Ona göre çevreler, bu “zaman” ile tutarlı göründükleri taktirde, görsel olarak tüketileceklerdir. İnsanların otantiklik ile kastettikleri, fiziksel ve inşa edilmiş çevre ile belirli bir tarihsel dönem arasında tutarlı bir ilişkinin bulunmasıdır. Birey veya topluluk olarak insanın kimliğinin oluşması “bir yere ait olmak” ile ilintilidir. Abalı ve diğerlerinin aktardığına göre, Norberg-Schulz, “insan hiçbir yere ait değilse dünyanın vatandaşı olmaz” demektedir. Ait olduğu yerin kimlikli oluşu da insanın kimliğinin gelişimine olumlu yönde katkı yapmaktadır. Turizm mekânının, “yer”in, kimliği ise üzerinde durulması gereken bir konudur. Özellikle yer imajının bir parçası, giderek gerçek veya potansiyel ziyaretçiler için üretildiğinde, küreselleşme ve parçalanma süreçlerinin orta yerinde kimliklerin nasıl kurulduğu tartışılmalıdır. Kimlik, neredeyse her yerde kısmen turistler için kurulmuş imajlardan üretilmek zorundadır. Bir mahalle, kasaba veya bölgenin mekânları, yerel insanların artık o yeri kendi mekânları/yerleri hissetmeyecekleri ölçüde turistler tarafından doldurulur. Pek çok turist, görsel olarak mekanı kendilerine mal ederek ve yerel insanlara mekanlarını yitirdikleri duygusu yaşatarak geçip gider. Urry, “yeni ve şaşırtıcı küresel mekânda ‘yuvada’ olma ihtiyacı”ndan söz eden Morley ve Robins’in görüşlerine yer vermektedir: “Vurgulanması gereken iki nokta vardır: Birincisi, şaşırtıcı küresel mekanın, kısmen turistlerin büyük küresel akışlarının ürünü olması ve ikincisi, bu tür akışların insanın yuva duygusunu bozması. O halde, “akışlara özgü mekânın… Yerlere özgü mekânın yerine geçmesi” durumuna hangi mekânsal anlamlar yüklenebilir ya da geliştirilebilir? Bu akışlara özgü mekân, kısmen turistlerden oluşur ve bu da pek çok yerin, büyük sayıda ziyaretçi çekmesi ve alması etrafında kurulduğu anlamına gelir.” Çoğu zaman turizmin yerel kültürlerin içeriğini boşalttığı, turistlere yönelik bir yerellik dekoru yarattığı söylenmektedir. Çünkü turizmin metalaştırdığı şeylerin başında öteki kültürlere ait olan şeyler gelmektedir. Turizm ötekini eklemlemekle, devşirmekle, keşfetmekle kalmamakta, ötekinin yeniden tasarlanmasını ve yeniden üretimini de sağlamaktadır.















Çin Seddi (M.Ö 220 ve M.S. 1368 - 1644), Çin

3. Yok-mekân
(non-lieu yada tüketim tapınakları)
Fransız antropolog Marc Auge ilk Fransızca baskısı 1992’de yapılan, İngilizce’ye 1995’te çevrilen “Non-lieux: Introduction a une antropologie de surmodernite” adlı kitabında bugünün dünyasında iki tur mekan bulunduğu saptamasını yapmaktadır: Kendi deyimiyle “lieu” ve “non-lieu” kavramlarını, Tanyeli “mekan” ve “yok-mekan” kavramları olarak tanımlamıştır. Tomlinson’un aktardığına göre, Auge “yok-mekân”ı şu şekilde betimler:

"Eğer bir mekan ilişkisel, tarihsel ve kimlikle alakalı olarak tanımlanabilirse, ilişkisel, tarihsel ve kimlikle alakalı olarak tanımlanamayan bir mekan “yok-mekan” olacaktır... İnsanların klinikte doğup hastanede öldükleri, transit noktalarının ve geçici evlerinin lüks ya da insani olmayan şartlar altında hızla çoğaldığı (oteller zincirleri ve gecekondular, tatil kulüpleri ve mülteci kampları, varoşlar…), yine ikamet edilen mekânlar olan ulaşım araçlarının oluşturduğu yoğun bir ağın gelişmekte olduğu; süper marketlerin, bozuk para ile çalışan makinelerin müdavimleri, kredi kartı kullanıcılarının soyut, dolayımsız bir değiştokuşla sözcükler olmadan, vücut hareketleriyle ilişki kurduğu; dolayısıyla da yalnız bir bireyselliğe, elden kayan, geçici ve efemeral olana teslim olmuş bir dünya, antropoloğa (ve diğerlerine) yeni bir nesne sunar."




















Petra (M.Ö. 9 – M.S. 40) Petra, Ürdün

Auge’nin örnekleri havaalanları bekleme salonları, süper marketler, otoyollar ve çeşitli hizmetlerin verildiği benzin istasyonları, köşe başındaki bozuk para makineleri ve yüksek hızlı trenlerdir. Bu üstmodern mahaller, Auge’ye göre “organik bağı nedeniyle toplumsal olanı oluşturan” “antropolojik mekân”dan farklı olarak “yok-mekân”dır. Tanyeli, kitlesel turizm mimarlığı diye adlandırılan mimari etkinliğin büyük bir parçasının, yani tatil köylerinin, otel zincirlerinin ve devre-mülk sitelerinin tipik yok-mekân, “non-lieu” örnekleri olduğunu belirtmektedir. Çavdar ise turizm mekânlarının; tam anlamıyla bir turist depolama silosuna dönüşen ve kullanıcılara yaşadıkları çevrenin kültürel zenginliğinden, çağların bu yerde dünya kabuğu üzerinde, yaptığı değişikliklerin yaşamla karışan özgün izlerinden hiçbir şey vermeyen yok-mekânlar olduğunu belirtmektedir.
Yukarıda da belirtildiği gibi Auge’ye göre, “lieu”nun üç temel özelliği vardır: “İnsanlar ‘mekân’ın kimlik yeri, ilişkiler yeri ve tarih yeri olmasını isterler”. Tanyeli’ne göre yok-mekânlar, “mekân”ın bu üç temel özelliğini yerine getirmemektedir. “Mekân tarihseldir”; tarih içinde evrimleşmekte, değişmekte, hem insanların zihninde, hem de mekânın üzerinde ona ilişkin anılar birikmektedir. Süper market veya havaalanı ise tarihselleşmemekte, olsa olsa eskimektedir. Eskiyince de yıkılmakta ve yerine yenisi yapılmakta ya da radikal biçimde yenilenmektedir. Böyle olduğu içindir ki, yok-mekânlarla empatik ilişkiler kurulmaz, onların bilgisini içselleştirilmez. İnsanların konuta ilişkin sayısız anısı vardır; ama süper markete ilişkin anısı yoktur. Çünkü bireyin yok-mekâna olan bağlantısı –deyim yerindeyse– bir mukaveleye dayanmaktadır. Tatil köyünde bulunulmasının nedeni, başka bir şirketle belirli sayıda gün boyunca orada eğlendirilmek, “tatillendirilmek” için mukavele yapılmış olmasından ötürüdür. Sözgelimi, Club Mediterranee köyünün yok-mekânı misafirlerini kaldıkları süre boyunca ve sözleşmelerindeki hükümler kadar ilgilendirmektedir. Hâlbuki tam aksine, mekânla, “lieu” ile olan ilişki sözleşmeli nitelikte değildir, toplumsal ilişkiler kurma bazına oturmaktadır. Dolayısıyla da, hiç kimsenin, ne mimarının, ne de asıl kullanıcısının öngöremeyeceği sayısız boyutu içermektedir. Örneğin, insanların konutla ilişkisi toplumsal içeriklidir. Konut insanların yuvası, çalışma yeri, statü göstergesi, övüncü, utancı, cenneti, cehennemi olabilmektedir. Ama hiç kimse on günlüğüne geldiği devre-mülkle böyle bir ilişki kurmaz, çevrelerine saksılar vs. yerleştirmez. Zaten kurmaması da gerekir, çünkü sözleşme kullanılan yok-mekânın bulduğu gibi bırakılmasını zorunlu kılmaktadır. Daha da önemlisi, yok-mekânlar içinde insani, toplumsal ilişkiler de kurulmaz. Rekreasyon ideolojisinin savları çerçevesinde, sözde insani ilişkiler örgütlemek için yok-mekânda görevlendirilmiş bir meslek adamı olan tatil köyü animatörü sadece bir “homo eroticus”; yani tekil işleve indirgenmiş, hiçbir sorumluluk taşımaksızın “hizmetinden yararlanılabilir” bir görevlidir. Ve çünkü tatil köyü toplumsal ilişkiler değil, karşılıklı ve sözleşmeli görevler yeridir. Antropolojik mekânların organik sosyalliği yarattığı gibi yok-mekan da yalnızlığı yaratır.















Tac Mahal (M.S. 1630) Agra, Hindistan

Yok-mekânın bir diğer özelliği olan tarihsellik yoksunluğu ve kimliksizlik olgusu ise, turizm mimarlığı konusunda yaşamsal önem taşımaktadır. Auge tarihin, yok-mekânda ancak gösterinin bir parçası olarak varolabildiğini söylemektedir. Gerçekten de, turizm mimarlığı özelinde tarihsel imaj sözleşmeyle satılan hizmetin bir bileşenidir. Kuzey Afrika’daki Club Mediterranee Arap “kazbah”sını, Nijerya’da zenci köyünü, Türkiye’de Bodrum evini, kervansarayı, Topkapı Sarayı’nı ya da bir Batılı’nın aklına Türkiye denince -gerçek ya da düşsel- ne gelirse onu taklit etmektedir. Çünkü oralarda tatilini geçiren turiste Cezayir’e, Tunus’a, Türkiye’ye ya da Peru’ya geldiğini anımsatan şey o görüntüden ibarettir. Çoğu kez yurtdışında satılan bir paket programı “satın alarak” tatillendirilen turist, geldiği ülkede yalnızca konakladığı tesisi görmektedir. O ülkeye ilişkin izlenimleriyse yine aynı yok-mekânla ve tarifeli olarak ziyaret ettirildiği birkaç turistik sitle sınırlı olmaktadır. O halde, böyle bir program, pazarlama stratejilerinin tipik kavramları doğrultusunda biçimlenmekte, yani turistin kafasına yeni imajlar sokma gibi zorlu ve masraflı bir uğraşa girişmek yerine, orada zaten mevcut olan imajları sömürmektedir. Bazense, imaj kurgulayanlar, otelin konumlandığı yere ilişkin çağrıştırılmaya değer bir şey bulamazlarsa bu kez başkasının tarihinden amaçlarına uygun ilginç bir şeyleri transfer etmektedirler. Bu gerekçeyle Las Vegas’ta, Amerikan çölünün ortasına Mısır piramidi “tebdil-i mekân” etmektedir.















Machu Picchu (1460-1470) Machu Picchu, Peru

Hiç yorum yok: